1974’ten sonra hanedan soyundan gelmek itibar kazandı. Son yıllarda ise ortalık bu sıfatı suiistimal etmek isteyen sahte şehzade ve sultanlarla doldu. İş artık çığrından çıktı ve konunun uzmanı tarihçiler bile ihtilafa düştü. TBMM’nin saltanatın kaldırılması hakkındaki kanunu oy birliğiyle kabul etmesi üzerine İstanbul’daki mevcut hükümet dağılmış ve milli hükümet yönetimi kurulmuştu.
4 Kasım günü Sadrazam Tevfik Paşa istifa ederek hanedanın dağılma sürecini başlattı. Bu sırada İstanbul’da bulunan Refet Bele, Padişah’ın hareketlerini sıkı bir kontrol altında bulunduruyordu. Saltanatın 2 Kasım’da kaldırılmasına rağmen son Osmanlı Padişahı Vahdeddin herşeyi göze alıp 10 Kasım günü cuma selamlığına çıktı. Ancak Vahdeddin’in bu cesareti fazla uzun sürmedi. Tarihler 17 Kasım 1922’yi gösterdiğinde son Padişah elinde bir bavulla Boğaz’da demirleyen bir İngiliz gemisinin merdivenlerini ağır ağır çıkmaktaydı. Vahdeddin hem İstanbul’a hem de saltanatın sembolü saraya son kez bakarken, takipçiler Ankara’ya resmi bir telgraf çektiler; “Vahdeddin Efendi, bu gece saraydan ayrılmıştır.”
Vahdeddin’den sonra saltanat makamına gelebilecek herkes sırasıyla bindirildikleri gemilerle bilinmeyen adreslere doğru gönderilmeye başlandı. 1924 Mart’ında 36’sı erkek 48’i kadın ve 60’ı çocuk toplam 144 kişi, ellerine bin İngiliz lirası ve bir yıllık “dönüşü olmayan” pasaport verilerek kendi kaderleriyle baş başa bırakıldılar. Mal varlıkları tasfiye edildi, Türkiye’ye girmeleri ve transit geçmeleri yasaklandı. Gelirleri olmayan bu insanlar yurtdışında geçinebilmek için her türlü işte çalıştılar. Kimisi mezar bekçiliği yaptı, kimisi kapı kapı dolaşıp sabun sattı. Yabancı zindanlarda can verenler bile oldu. Kadınlar 28, erkekler 50 yıl sürgün yaşadı. 1974’te Bülent Ecevit tüm hanedan üyelerinin yurda dönmelerini serbest hale getirdi. Ancak bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kişi döndü.
Osmanlı Sultanı’nın yakınlarının sürgün edilmelerinden ayrı bir de hanedanla bağı olan paşalar bulunuyordu. Bunlar, saltanat makamına gelmeleri söz konusu olmadığı için sürgün edilmediler. Türkiye’de kalan bu insanların daha sonra çocukları dünyaya geldi. Torun sayısı artınca da bir kargaşa ortamı oluştu. Sülaleden gelenlerle gelmeyenler karıştı. İşte haberimize konu olacak olan kısım da bundan sonra başlıyor. ‘Soy’ belirsizliğini fırsat bilenler hanedanlık kavramını istismar ediyor.
Bir zamanlar cüzamlı muamelesi yapılan Osmanoğulları soyundan gelenlere bakış açısı 1974’ten sonra yavaş yavaş değişti. Artık hanedan mensubu olmak ayrıcalıktı. Bu ayrıcalık sebebiyle itibar görmek ve öğünmek normaldi ama 1990’lardan sonra olay rant mücadelesine dönüştü. Hanedanlığa talep 2000 yılından sonra iyice arttı. Sultan veya şehzadelik sıfatları artık değişik menfaatler için de kullanılır oldu. Bu sıfatlarla gazetelere demeçler veriliyor, resmi davetlere iştirak ediliyordu. İş çığırından çıkınca konunun uzmanları bile kendi aralarında ihtilafa düştü. Tarihçi İsmet Bozdağ ile Murat Bardakçı arasında başlayan ve mahkemeye intikal eden “Hanzade Sultan var mı, yok mu?” tartışması bu ihtilafın en sıcak örneği.